5 Ağustos 2010 Perşembe
Hatta olsun diye yapılması gerekenden daha da fazla üstelersin.
A...şktır ; değer verirsin, ödün verirsin, sevgiden de öte saygı gösterirsin, olmayacak kaç şey varsa bir araya bile getirirsin…
Bakarsın, ne anlattığını anlayabilmiş (?) ne de çözüm için bi’şeyler yapma gayretinde.
İştir ; sabahlarsın, “olsun” diye ailenden çaldığın zamanı oraya verirsin…
Dosttur ; hayatta kimseyi dinlemediğin kadar dinler, kendine ayırmadığın onca şeyi “O’na” ayırmaya çalışırsın…
Sonra olayın içinden kendini çıkartır şöyle karşıdan yaptıklarına bir bakarsın… Bakarsın ki her şey başladığın gibi!
Olmuyorsa, olmuyordur!
Gönlün rahat mı?
Elinden geleni yaptın mı?
Cidden olmuyorsa zorlamayacaksın…
5 Temmuz 2010 Pazartesi
kendilerini tekrar tekrar hatirlatmalaridir.
Bir kere kaybetmekle kurtulamadigimiz seylerdir.
Yokluklari hayatimizdaki varliklari haline gelir.
Hep ama hep hatirlariz.
Ne biçim kaybetmektir bu?
Kim gölgesinden kaçabilir ki?
Bazen duygularımız bizden erken yaşlanır ve bizden hayatın geri kalanını alır.
Hayatın, kendini anlıyaları cezalandırmasıdır bu...
Durup, durup ardına bakan kadınlar vardır.
Geşmişi düşünmekten şimdiği yaşayamazlar.
Herşeyi didikleyip duran mazisinin gölgesinden,
anılarının yükünden bir türlü kurtulamayan gözleri ufuk yorgunu kadınlar.
Güçlü, köklü bir biçimde yeni arkadaş edinecek yaşları geride bıraktıysan eğer,
hasar görmüş eski arkadaşlıkları onaracak çağıda geride bırakmış oluyorsun.
Zaman ilerledikçe birçok sey, daha zor olmaya başlar.
Beklentisi yüksek olan kadınların yalnızlığı daha koyu oluyor.
Büyük lafların gölgesinde geçen hayatlar, bir daha iflah olmuyor,
geçip gittiğiyle kalıyor.
Zaman, aşk...... herşey!
Ayrılıkları ayrıntılar acıtır. Kadınları mahfeden erkekler değil, ayrıntılardır.
Erkekler, erkekliklerinin tadını alabildiğine çıkartırken, kadınlar bu
konuda da umutsuzdurlar.
Çünkü kadınlık bekler.
Ummak ve beklemek kadınlığa verilmiş iki cezadır.
5 Haziran 2010 Cumartesi
Sevgi duvarı
kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
dilimizde akşamdan kalma bir küfür
salonlar piyasalar sanat sevicileri
derdim günüm insan içine çıkarmaktı seni
yakanda bir amonyak çiçeği
yalnızlığım benim sidikli kontesim
ne kadar rezil olursak o kadar iyi
kumkapı meyhanelerine dadandık
önümüzde altınbaş altın zincir fasulye pilakisi
aramızda görevliler ekipler hızır paşalar
sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
çöpçülerin elleriyle okşardın beni
yalnızlığım benim süpürge saçlım
ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi
baktım gökte bir kırmızı bir uçak
bol çelik bol yıldız bol insan
bir gece sevgi duvarını aştık
düştüğüm yer öyle açık seçik ki
başucumda bir sen varsın bir de evren
saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
yalnızlığım benim çoğul türkülerim
ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi
Can YÜCEL
29 Mayıs 2010 Cumartesi
Bağlanmayacaksın
Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
"O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin onu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de
korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
"O benim." diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan birşeylerin...
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait
olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, Hem
de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak...
25 Mayıs 2010 Salı
Göçebe
Sen sık sık gülen gülerken de
Sevecen bir Akdeniz çizgisini
Sol yanına ağzının
İliştiren çocuk özenle
Yabana mı atıyorum yani seni
Yabana mı atıyorum saat altı buçukları
Çocuk ve Allah'ın en eski baskısını
Değil, değil bunların biri
Gözlerimin gemileri kuş istiyor
Açılıp kapandıkça sevdam
Kapanıp açılıyor bir mavi
Şahmaran süt istiyor kefeninden
Üç aylık ölmüş çocukların
Kerem ile Arzu geliyor Aslı ile Kanber
Ay kana kana batıyor
Ay kana kana batıyor
Eşkiyalar gecenin yangınını izliyor uzakta
Kargapazarı dağlarını dolanan yaşlı ve öfkeli bir
otobüsteyim
Jandarma daima nesirde kalacaktır
Eşkiyalar silahlarını çapraz astıkça türkülerine
Ve bu dağlar böyle eşkiya güzelliği taşıdıkça
Patronun karısını zimmetine geçirip
Amasya'dan Kars'a kaçmakta olan sayman yardımcısıyla
Alevilikten konuşuyoruz uzun süre
Yanımdaki hep bir gazetede Marilym Monroe'nun
resimlerine bakıyor
Marilyn Monroe öldü diyorum ona
Ölümü siyah bir kakül gibi alnına düşürmesini bildi
Şimdiyse Cennette Nietzsche'nin metresi olması gerekir
Bunları diyorum daha ne varsa diyorum
İşte hiçbir sebep olmadığını sevişmemeye
İşte çocukluğumdan beri içimde bir önsezi olduğunu
Bunun bir gün birine rastlamak gibi bir şey olduğunu
Belki de bir günler bunun için Aydın'da
bulunduğumu
Zaten nedense hep bir şehirden bir şehre yolcu
olduğumu
İşte eflatun kakalı çocuklar olduğunu Kütahya'da
Ankara'da dokunak Yozgat'ta becerik olduğunu
Van'da güreşçi develer gibi süslediklerini kamyonları
İstanbul'da minarelerin lirik olduğunu köprülerinse
dialektik
Acemi bir bulut bozuyor bütün görüntüyü eski bir şarkı
gibi
Bu şarkıyı ne zaman duysam aklıma
Sinirli bir elin uysal bir bardağa
Çok yukardan döktüğü bir içki gelir
Sonsuz ve olağanüstü bir bira
Köpüklene köpüklene biçimlendirir
Soyunarak ağlayan bir kadını
Acı bilincinde sonrasızlığın
Ama bırakalım bırakalım bunları
Yoldan piyade erleri geçiyor tahta bavullarıyla ve
büyük yakalarıyla
Ve faytoncular görüyorum
Yere basışlarındaki ağırlığı azaltmak için
Tanrısal bıyıklarıyla durumlarını paraşütlendiren
Kars'tayım bu ne biçim Kars bir kenarda
Pekala yalçınlık iddiasında bulunabilecek bir tepenin
üstünde
Kars kalesi yükseliyor
Gökyüzünü Ankara kalesine göre daha soyut ve daha
elverişli bir şekilde
Hırpalayan bu kale de olmasa
N'olacak bakalım hırpalayan bu kale de olmasa
Kuşkusuz artacak yalnızlığım sevgili çocuk
Biliyorsun ben hangi şehirdeysem
Yalnızlığın başkenti orası
Bir de yine sevgili çocuk
Biliyorsun kişi tutkularıyla
Yalnızlığını adlandırıyor o kadar
Arkada bir su devrile devrile akıyor
Rastgele bir ağaca soruyorum
Bir şey var sanki onu soruyorum
Değil orda diyor belki biraz daha ilerde
Tanrı meleğini ağırlamaya çalışan
Ataerkil bir aile gözümü alıyor
Dedelerin yüzlerinde erozyon
Silip götürmüş bütün evetleri
Annelerinse ağızlarında hiyeroglif
Babalarınsa ağustoslar atasözleri
Amcalarınsa avdan boş dönüyor elleri
Teyzelerse elleriyle yargılıyor gök güzelliğini
Ablalarınsa boyunları soru işareti
Ağabeylerse utançlarından emrah
Sıralanmışlar su boylarına
Bıçakla soyuyorlar kelimeleri
Ya suya giden küçük kızlar
Onlar
Tıpkı o kuşlar gibi
Uçan daha bir süre
Sonra da vurulduktan
Bir mezarın doğurduğu iştahlı bir çocuktur Anadolu şiiri
Ey şiir arayıcısı ey esrik kişi
Şu son dönemecini de aşınca gecenin
Doğacak gün artık gündüze ilişkin değil
Bu ağartı ancak yürekle karşılabilir
Bütün iş orda işte, ordan usturuplu geçmesini bil
Tutsaksan ellerini sıvışır gibi zincirlerinden
Ve balyozla vursalar mısralarına
Soylu bir demir sesi yükselir
Soylu büyük ve mavi bir demir sesi
Ellerim egece yatısına çağrılmış
Ve
Teleşsız görünmeye çalışan bir Kafka gibi
Yüzüm giyotine abone
Cemal Süreyya
Sevgili Efsa ya ithafen :)
NE ÇIKAR ATEŞ BÖCEĞİ SANSALAR BİZİ...
Düşünüyorum da,
Sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek.
Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi,
Naif yönlerimizin keşfedilmesi,
Cesaretsizliğimizin anlaşılması,
Korkularımızın paylaşılması,
Sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti.
Kabuklarımızın altında kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız.
Ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında.
Hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden.
Deniz minareleri, midyeler,
Kirpiler ve kaplumbağalar gibi.
Sahi koruyor mu bizi çatlamamış sert kabuk?
Kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi?
Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize?
Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi?
Duygularımızı bastırıyor, el ele tutuşmamızı engelliyor mu?
Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak,
Ne çıkar ateşböceği sansalar beni?
Belki en hoyrat yürek bile ateşböceğinin
O uçucu, masum, sevimli çocuksuluğuna el kaldırmaya kıyamaz.
Güçlü kapıların arkasına kilitlemesem kendimi,
Korkaklığımı, sevgi isteğimi
En insani yönlerimi kayıtsızca sunabilsem,
Bu sert kabuğun ağırlığından kurtulup
Bir kuş gibi uçacağım özgürce.
Anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım karşımdakine.
O da çözülecek belki.
Samimi ve güvenliksiz, silahız biriyle göz göze gelince.
Oysa bir görebilsek bunu.
Kalmadı böyle insanlar demesek.
Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak.
Kırılmaktan korkmasak. Yaralansak...
Ne olur bir darbe daha alsak.
Yeniden açsak kendimizi, atabilsek kabuğu.
Denesek.
Risk alsak.
Yanılsak.
Fark etmez.
Tekrar, tekrar bıkmadan denesek.
Ve kucaklaşsak yeniden.
Tıpkı eskisi gibi.
Ne olduğunu anlayamadığımız o 15 yıldan öncesi gibi.
O zaman fark edeceğiz.
Ne kadar özlediğimizi birbirimizi.
Neler biriktirdiğimizi,
kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi.
Beraber geldik beraber gidiyoruz oysa.
Vakit az, paylaşmak, sarılmak için.
Yaşadığımız coğrafya zor, şartları ağır.
Yüreği daha fazla küstürmemek lazım.
Sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan.
Ve koşullar bir türlü düzelmeyen.
Sevgiye çok ihtiyacımız var.
Ufukta kara bir kış görünüyor.
Ancak birbirimize sokularak atlatırız o günleri.
Kırın o sert, o ağır kabuklarınızı.
Kurtulun bu yükten.
Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize.
Yalnızlığa mahkum ediyor bizleri.
Hem hepimiz bir yıldızız.
Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi.
Tagore
21 Mayıs 2010 Cuma
Biraz değiştim.
biraz değiştim,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar...
Değiştim,
Unutamadığım sözlerinin arasında sıkışıyorum,
Bir yanım kendimi kolluyor bir yanım seni
Ben benimle savaşıyorum,
Seninle değil!
Sonucu kılıcı kuşananından belli olan bir savaşın
Ne kazanabileni ne de kaybedeniyim,
Sorun değil!
Elbet alışırım,
Biraz alıştım,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar,
Alıştım,
Varlığını istemediğim tüm eksik yanlarıma,
Ve çokluğunu da yokluğunu da istemediğim bu iki arada bir derede
duyguya alışıyorum,
Bir yanım bırak diyor bir yanım -ma,
Kesin değil!
Henüz tanıştım,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar,
Tanıdığımı sandığım bana daha da yakınım artık,
Duvarlara anlatırken öğrendiklerim kendi hakkımda,
Ve aynalara ağlarken gördüklerim kendi tarafımda...
Bir yanım memnun oldum diyor, bir yanım tanıyamadım daha,
Samimi değil!
Bir hayli kırıldım,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar,
Canıma batan her halin felç gibi indi bedenime,
Gözlerimden tut da ciğerime kadar kırgınım!
Aslında ne sana, ne olanlara...
Kendime kırgınım...
Maziye hiç değil, an'a kırgınım.
Anlatamadığım, anlayamadığım masalların bana yaptıklarına,
Dinlediğim şarkılarda bana seni anlatan şarkıcılara,
Beni anlamadığın kelimelerin bana her şeyi anlatıyor gibi geliyor oluşlarına...
Bir hayli kırgınım...
Beni ben kırdım oysa,
İyi değil!
Galiba yoruldum,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar,
Kendime kalbimi kanıtlamaktan,
Ve kanıtladığıma kendimi inandırmaktan,
16 Mayıs 2010 Pazar
Büyüme çocuk
adamlar oydular yüreğimi.Çocuktum Hep ölümsüz aşkları okurdum
masallarda.Büyüdüm Ne aşklar satıldı o körkütük masalarda.Çocuktum
saçlarından yakalardım ümitleri.Büyüdüm
ezberledim
bütün ihanetleri.Çocuktum Yaşam bir yağmur gibi düşerdi avuçlarıma
Büyüdüm... Şimdi hep çocukluğum geliyor aklıma.
Sakın
Sen büyüme
çocuk!
2 Mayıs 2010 Pazar
Gölgem bir başka sokağa
sapıversin;
Unutayım bir anda her şeyi,
Nerde oturduğumu, Bir tuhaf
adem olduğumu Can adında.
Aklım arayadursun başka kapılarda kısmetimi,
Ben, bilmediğim sokaklarda bir başıma;
Gönlüm öylesine geniş, öyle
ferah, İlk defa görmüş gibi dünyayı,
Bir şaşkınlık ...içinde, yeniden
doğmuş gibi; Hatırlamam artık değil mi, dostlar, Hatırlamam artık
garipliğimi?
Can Yücel
sorun değil
Değiştim,Unutamadığım sözlerinin arasında sıkışıyorum.
Bir yanım
kendimi kolluyor, bir yanım seni.
Ben benimle savaşıyorum Seninle
değil.
Sonucu kılıcı kuşananından belli olan bir savaşın Ne
kazanabileni ne de kaybedeniyim Sorun değil!..
Can Yücel
CAN YÜCEL
sen kadar,
Alıştım, Varlığını istemediğim tüm eksik yanlarıma
, Ve çokluğunu da
yokluğunu da istemediğim bu iki arada bir derede duyguya alışıyorum,
Bir yanım bırak diyor bir yanıma, Kesin değil!
Can YÜCEL..
8 Nisan 2010 Perşembe
notlarım
Ay a ,yıldızlara bakıp gülümseyecektim.
Aşkın o insanı ısıtan halinde
Konuşmayacaktım ,gözlerimden okuyacaktın
sözlerimi.........
belki iki kadeh şarap içip
çakırkeyif olacaktım..
Ama olamadı işte
olsun.
Hersey istediğn gibi olmuyor ki
Şimdi yanlız dinliyorum
çingene müziklerini......................
21 Mart 2010 Pazar
CAN YÜCEL
Yemek de boş içmek de,
Hatta yeri gelmeden sevişmek de.
Tam zamanında öpmelisin mesela güzel gözlünü,
Tam zamanında söylemelisin sevdiğini
Gözlerinin içine baka baka.
Bisikletinin gidonunu
Tam zamanında çevirmelisin
Düşmemek için.
Tam zamanında frene basmalı,
Tam zamanında yola koyulmalısın.
Tam zamanında okşamalısın başını
O üzüm gözlü çocuğun
Hıçkırıklar tam dizilmişken boğazına,
Tam ağlamak üzereyken.
Tam zamanında koymalısın elini omzuna
En sevdiğin dostunun babası öldüğünde.
Tam zamanında tutmalısın düşerken
Üç yaşındaki sehpaya tutunan çocuk.
Tam zamanında acımalı yüreğin
Afyon'da Hasan Ağabey' in evi yıkılınca başına
Evsiz kalınca çoluk çocuk
Ki uzatasın elini bir parça.
Tam zamanında açmalısın kapını
Hayatına girmek isteyenlere.
Tam zamanında çıkarmalısın
Sevginden şımarmaya başlayanları.
Tam zamanında affetmelisin kardeşini
Biliyorsan yüreğinde kötülük olmadığını
Seni gecenin üçünde arayıp da
Kafasının iyi olduğunu söylediğinde.
Tam zamanında öğretmelisin oğluna
Gerekiyorsa yumruk atmayı
Tam burnunun üstüne
Tiksinmeden pisliğinden,
Yukarı mahallenin sümüklü bebesi
Misketlerini zorla almaya çalışırsa.
Tam zamanında bağırmalısın
Acıyınca bir yerin.
Tam zamanında gülmelisin
Kemal Sunal küfür edince filmin bir yerinde.
Tam zamanında yatmalısın
Yola çıkacaksan ertesi gün
Ve arabayı kullanan sensen
Sana emanetse çoluk çocuk
Ve kendin.
Tam zamanında bırakmalısın içmeyi
Son kadeh bozacaksa seni
Ve üzeceksen birilerini
Ertesi gün hatırlamayacaksan.
Tam zamanında ayrılmalısın misafirliklerden.
Tam zamanında konuşmalı
Tam zamanında şarkı söylemeli
Tam zamanında susmalısın.
Tam zamanında terk etmelisin gerekiyorsa
Annenin babanın evini,
Tam zamanında başka bir şehre gidip
Ayaklarının üzerinde durmaya çalışmalısın.
Tam zamanında dönmelisin memleketine.
Tam zamanında için titremeli,
Tam zamanında aşık olmalı
Deli gibi sevmelisin güzel gözlünü.
Tam zamanında toplamalısın oltanı
Belki de seni şampiyon yapacak
En büyük balığı kaçırmadan.
Tam zamanında yaşlandığını hissetmeli
Tam zamanında ölmelisin
Iskalamak istemiyorsan hayatı.
Haydi şimdi kalk bakalım
Silkin şöyle bir
At üzerinden hayatın yorgunluğunu,
Vakit zannettiğinden daha az
Haydi kalk bakalım,
Şimdi YAŞAMAK ZAMANI.....
18 Mart 2010 Perşembe
Ateş ve suyun hikayesi
Sevdalanmiş onun deli dalgalarına.
Hırçın hırçın kayalara vuruşuna,
Yüreğindeki duruluğa...
Demiş ki suya:
Gel sevdalım ol,
Hayatıma anlam veren mucizem ol...
Su dayanamamiş ateşin gözlerindeki sıcaklığa
al demiş;
Yüreğim sana armağan...
Sarılmış ateşle su birbirlerine
sıkıca, kopmamacasına...
Zamanla su, buhar olmaya,
ateş, kül olmaya baslamış.
Ya kendisi yok olacakmış, ya aşkı...
Baştan alınlarına yazılmıs olan kaderi de
yüreğindeki kederi de
alıp gitmiş uzak diyarlara su...
Ateş kızmış, ateş yakmıs ormanları...
Aramiş suyu diyarlar boyu,
günler boyu, geceler boyu
Bir gün gelmiş, suya varmış yolu
Bakmış o duru gözlerine suyun,
biraz kırgın, biraz hırçın.
Ve o an anlamış;
Aşkın bazen gitmek olduğunu,
Ama gitmenin yitirmek olmadığını....
Ateş durmuş, susmuş, sönmüş aşkıyla.
İşte o zamandan beridir ki:
Ateş sudan, su ateşten kaçar olmuş...
Ateşin yüreğini sadece su,
Suyun yüreğini sadece ateş alır olmuş...
Can Yücel
16 Mart 2010 Salı
notlarım
hani çiğ düşer ortalığa
mis gibi toprak ve yeşil kokar
serin bir rüzgar eser
tatlı bir ürperti duyarsın
cigerlerine havayı çeker
gülümsersin yeni başlayan güne.
İşte öyle bir duyguydu yaşadığım,
ya da yaşadığımı sandığım.......
15 Mart 2010 Pazartesi
Deniz
sende hem iyilik ,hem kötülük mü var ?
sükünetinde güven mi var ?
dalgalarında ürkeklik mi?
yayılışın kolay ; çekilişin zor mu ?
alçalışın zillet,yükselişin övünç mü?
sessizliğinde hüzün,
coşkunda müjde mi var ?
Mihail Nuayme.....
9 Mart 2010 Salı
4 Mart 2010 Perşembe
park
delilere selam
Size imrendiğim oluyor,
Olan biteni düşündükçe.
Öğrenmek, öğretmek isterdim,
Yağmur bakışlı insanlara,
Sırrını gülümsemenizin!
Ne güzel geçiyor gününüz,
Çektiklerimizden bihaber,
Hulyanız hakikatmiş gibi.
Madem ki öyle sanırsınız,
Doğrudur sen Acem şahısın,
Sen Cengiz Han, sen de Timurlenk.
Çok daha ferah olmalıdır,
Cinnet dedikleri o cennet,
Şu akıl zindanlarımızdan!
2 Mart 2010 Salı
Mevlana
Söyle fırsat bulursan gönlümün hallerini
Fakat gönül suyu ,gönül arar bir halde değilse
Sakın beni görmemiş ol,hiç tınma.
Geç geldin ,yanımdan da tez gittin,
Geç gelmek,tez gitmek gülün harcıdır..
Fihi Ma-fih
26 Şubat 2010 Cuma
notlarım
Ben azaldıkça, sen çoğalıyorum sanıyorsun.
Usul usul ölüyorum, sen yaşıyorum sanıyorsun.
Kendi parmağımla kendi yaramı deşiyorum.
Sen bakma kuğuların mağdur ve sakin yüzmelerine,
suda öylece sakin yüzerlerken,
ayaklarını deli gibi çırpmak zorunda olduklarını
bilmiyorsun.....
25 Şubat 2010 Perşembe
Mevlana
Ceylan ondan kaçıyordu,kaçtıkçada iki varlık vardı.
Biri arslan,biri ceylan,fakat arslan ona erişince ceylan,
onun pençesi altında kahroldu,korkudan yere serildi.
O Anda yanlız arslanın varlığı kalmıştır,ceylan ise
yokolup gitmiştir.
Fihi Ma-fih den
20 Şubat 2010 Cumartesi
16 Şubat 2010 Salı
TERSİNE SİİR
"Yalan söylersem, kavga etmeyiz" demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Edersin elbet.
Öyle kavga etmeden sıyrılırım demeye de gerek yok ki.
Çok söz vermeyeceksin mesela. O söz vermezse daha çok kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az söz verir, senin o'na verdiğinden.
Çok... söz vermezsen, yalan da söylemezsin.
Çok yalan söylersen, sadık da olamazsın hem.
Asla sigara içmem, alkol almam...
Hatta yaparsam da arar söylerim delikanlı gibi demiyeceksin.
Harbi delikanlı olacaksın.
Hem yalan söylemezsen, kaybetmekten de korkmazsın;
Sevildiğinden şüphen yoksa...
Kafanda kırk bin tilki dolaşmayacak mesela.
Bi gün duyarsa n'aparım demiyeceksin..
İlle de yalan söyleceğim diyorsan,
Aynadaki yansımana söyleceksin,
Yol tarifi almak isteyen adama
Güneşe, aya, yıldızlara...
Mesela beylik laflarla geçiştirmeyeceksin günlerini.
"Giden gider, bana bir şey olmasın" demeyeceksin.
Mutlaka sadakat bekliyorsan sevdiğinden...
Mesela alacaksın karşına, onu ne kadar sevdiğini anlatacaksın.
İlle de korkuyorum kaybetmekten diyorsan, yalan söylememek istediğini
anlatacaksın.
Mesela hayatın anlamı olduğunu.
Ya da beraber yaşlanmak isteğini.
Yalan söylemeden,
Kavgasız gürültüsüz yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi sadakatle,
Hem de hep senin kalacakmış gibi sevgili.
Yalansız yaşayacaksın.
Elleriden sımsıkı tutarak...
14 Şubat 2010 Pazar
iki
bomboş bir ruhla.
Birazdan sisin içinde,
yitip koybolacak
bir silüet gibi.
Hiç birşey ne incitiyor,
ne tedirgin ediyor,
ne de yaralamıyor artık
Sanki dünyada hiç acı yokmuş gibi...
Sadece üşüyorum zaman zaman,
Böyle anlarda,
kimsenin keşfetmediği bir magaram var.
Oraya sığınıp,
Sakin sakin, iyileşerek ölüyorum..
9 Şubat 2010 Salı
ORHAN VELİ
Bir okla yaralı kalbim,
Boyacının sandığında;
Güvercinim kâğıt helvasında;
Sevgilim kayığın burnunda;
Yarısı balık,
Yarısı insan;
İn miyim?
Cin miyim?
Ben neyim?
ORHAN VELİ
8 Şubat 2010 Pazartesi
ÖZDEMİR ASAF
Sevin ağlayabiliyorsan,
Sevin ağlıyorsan,
Gül ağlayabiliyorum diye,
Gül ağlıyorum, ağlıyorum diye.
Sana birşey yapamam Ağlayamıyorsan...
Ağlamak, Bazı acılarda yetmez,
Bazı ölümlere..
Örtüsüdür bazı acıların,
Örter, örtülmez, Savunur bir süre.
Ağlayanlar sevinmeli,
Sevin ağlıyabiliyorsan,
Acılar art arda dinmeli..
Durur bir nöbetçi gibi,
Durur bir bekçi gibi,
Zamana gülmelİ
gülmeli..
Sevin ağlıyabiliyorsan.
Unutmanın kardeşidir ağlamak.
Uyur uyanır yatağında duyguların,
Düşüncenin kucağında,
hep çocuktur Ağlamak...
ÖZDEMİR ASAF
ÖZDEMİR ASAF
Ressam oldum, gördüm her yer çizilmiş,
Seyyah oldum, sordum dünya gezilmiş,
Hiçbir yerde YENİ bulamadım ben.. "
ÖZDEMİR ASAF
CAN YÜCEL
üstüne boşandıkça yağmur?
Ondan mı dersin
tüyleri böyle ürperiyor?
Ben de gidersem bi gün bu biçim bi sağnakta
Alı al moru mor bir sandal gibi acaba
Yıllar sonra yılmayıp yine
Çarpar mı yüreğim yurdumun sahillerine?"
CAN YÜCEL
NEYZEN TEYFİK
Kâh düşürdün kâhi kaldırdın felek!
Mecnun'sun diyerek Leylâ peşinden,
Issız vâdilere saldırdın felek!
Rehbersin dedin ben ise kördüm,
Elimle başıma çok çorap ördüm.
Kendimi bıraktım âlemi gördüm,
Hesapsız günahlar aldırdın felek!
Şifadır dedin zehir tatdırdın,
Gençliğin okunu boşa attırdın,
Körlerin yurdunda ayna sattırdın,
Çıkmaz sokaklara daldırdın felek!
Barışmadı gönlüm merd ile zenle,
Ne bir iş bilenle, ne boş gezenle
Hicran köşesinde bozuk düzenle,
NEYZEN'e her telden çaldırdın felek!
4 Şubat 2010 Perşembe
notlarım
Bazi durumlarda devam edebilmek,
sadece devam edebilmek bile.....
olaganüstü bir çaba ister.
Bir çölde yürümek zorundaysan,
yükünü hafif tutman gerekir.
Ya da bir nehire düstüysen,
debelenmemen gerekir...
Yoksa su yutar ,dibi boylarsin.
Akisa birakip kendini
keyfini çikarmalisin.....
Bütün nehirler açik denizlere çikar sonuçta.
Ve unutma!
Beklenilmeyen hep uzun bir hazirlik dönemi gerektirir...
DENEMELERIM 1.
1 Şubat 2010 Pazartesi
ORHAN VELİ
Şu şairler sevgililerden beter;
Nedir bu adamlardan çektiğim?
Olur mu böyle, bütün bir geceyi
Bir mısranın mahremiyetinde geçirmek?
Dinle bakalım, işitebilir misin
Türküsünü damların, bacaların
Yahut da karıncaların buğday taşıdıklarını
Yuvalarına?
Beklemesem olmaz mı güneşin doğmasını
Kullanılmış kafiyeleri yollamak için,
Kapıma gelecek çöpçülerle,
Deniz kenarına?
Şeytan diyor ki: "Aç pencereyi;
Bağır, bağır, bağır; sabaha kadar."
ORHAN VELİ KANIK
ARİF DAMAR
sen öğleden beri
bu renk renk
bu çeşit çeşit söylenen şarkının
artık haricindesin.
Tankın gölgesi uzandı üstüne kadar,
nerdeyse, habersiz gün batacak.
Tamamen çekmiş göğsünden akan kanı
büyük ve mütehammil toprak.
Her şeyin ne kadar şikâyetsiz
saatin hâlâ işliyor bileğinde,
onu akşamdan akşama kurardın,
tabii biraz sonra duracak.
Bugün günlerden cumartesi,
dün yazdığın mektup,
ancak, dört gün sonra eline değecek karının.
Senin orada eskisi gibi sesin işitilecek,
sesin teselli edecek
düşünür gibi gülecek,
kıscaca: Yaşayacaksın.
Çocuğun o akşam yazdığı cevapta
bahsedecek çiçek açtığından
bahçenizdeki ağaçların.
Güneş battı,
yıldızlar doğacak biraz sonra,
şimdi karnın acıkmış olacaktı.
Çantanda tayının ve konserven var,
cebinde, yemekten sonra içecek sigaran.
Düşman bozguna uğratıldı arkadaş,
mısralarımda olsun uyan!
ARİF DAMAR
22 Ocak 2010 Cuma
N.HİKMET
Üç mel'un adamı var:
Ben sokakta rastlasam bile tanımayım diye
En güzel günlerimin bu üç mel'un adamını
Yer yer tırnaklarımla kazıdım
Hatıralarımın camını..
En güzel günlerimin
Üç mel'un adamı var:
Biri sensin,
Biri o,
Biri ötekisi..
Düşmanımdır ikisi..
Sana gelince...
Yazıyorsun..
Okuyorum..
Kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa,
İnsanın
Bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum..
Ne yazık!..
Ne kadar
Beraber geçmiş günlerimiz var;
Senin
Ve benim
En güzel günlerimiz..
Kalbimin kanıyla götüreceğim
Ebediyete
Ben o günleri..
Sana gelince, sen o günleri -
Kendi oğluyla yatan,
Kızlarının körpe etini satan
Bir ana gibi satıyorsun!.
Satıyorsun:
Günde on kaat,
Bir çift rugan pabuç,
Sıcak bir döşek
Ve üç yüz papellik rahat
İçin...
En güzel günlerimin
Üç mel'un adamı var:
Biri sensin,
Biri o,
Biri ötekisi...
Kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi...
Sana gelince...
Ne ben Sezarım,
Ne de sen Brütüssün...
Ne ben sana kızarım
Ne de zatın zahmet edip bana küssün..
Artık seninle biz,
Düşman bile değiliz.
N.H .RAN..
7 Ocak 2010 Perşembe
ARİF DAMAR
İnsanları sevmek kolay değil,
bir hürriyet bu
çetindir memleketimde.
Ben ille varım dersen
bir gün pusuya düşersen,
insanları sevmek
büyük hüner.
Bu dünyada yaşadığın şu kadar yıl,
gerçekten, güzellikten, yiğitlikten
payına düşeni alabilmişsen,
vermişsen payına düşeni
gerçek için, güzellik için,
korkusuz direnirsin.
Bilirsin,
bir kere korku düşerse adamın içine,
bir kere koparsa sevdiklerinden,
mümkünü yok
gitti gider.
Söner gözlerinde güzelim ışık
kararır, çirkinleşir yüzü
önceleri utanır belki
sonra vızgelir
umurunda olmaz dünya.
İnsanları sevmek büyük hüner
insanlarla beraber.
Arif Damar
AHMET HAŞİM
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak...
Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta,
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...
Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller;
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?
Bu bir lisân-ı hafîdir ki ruha dolmakta,
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...
...
ORHAN VELİ
gülümsediğimin farkına vardığım anlarda
insanların beni deli zannedeceğini düşünüp
gülümsüyorum...
ORHAN VELİ KANIK
can yücel
Seninle olmanın en güzel yanı ne biliyor musun?
Elin elime değmeden avuçlarımı terleten sıcaklığını taa içimde hissetmek.
Seninle olmanın en kötü yanı ne biliyor musun?
''Seni seviyorum'' sözcüğü dilimin ucunu ısırırken her konuşmamızda
boş yere saatlerce havadan sudan söz etmek.
Seninle olmanın en heyecanlı yanı ne biliyor musun?
Aynı şeyleri seninle aynı anda düşünmek birlikte ağlamak gülmek. Ve
buradayken bile seni çılgınca özlemek...
Seninle olmanın en acı yanı ne biliyor musun?
Seni hiç tanımadığım bir sürü insanlarla paylaşmak. Senin yanında
olan, seninle konuşan herkesi çocukça kıskanmak.
Seninle olmanın en mutlu yanı ne biliyor musun?
Tanıdık birileriyle karşılaşma tedirginliği ile yollarda yürümek yan
yana... Elimdeki şemsiyeye inat yağmurda ıslanmak birlikte. Elimde kır
çiçeğiyle seni beklemek... Aynı mekanlarda aynı yiyecekleri yemek.
Seninle olmanın en romantik yanı ne biliyor musun?
Sensiz gecelerde sana söyleyemediklerimi yıldızlara aya anlatmak...
Okuduğum kitabın sayfalarında dinlediğim şarkıların türkülerin
şiirlerin her mısrasında seni bulmak.
Seninle olmanın en zor yanı ne biliyor musun?
Seni kaybetme korkusuyla hayatta ilk kez tattığım o tarifsiz
duygularımı umut denizinin ortasında küreksiz bir sandala hapsetmek.
Sevgili yerine yıllarca dost kalmayı başarmak. Yalın ayak yürümek
bıçağın en keskin yerinde. Kanadıkça tuz yerine gözyaşlarımı basmak
yüreğime.
Seninle olmanın tek yan etkisi ne biliyor musun?
Nereden bileceksin?
Sen benimle hiç olmadın ki. Olsaydın avuçlarım terlemezdi...
Isırmazdım dilimin ucunu... Özlemezdim seni yanımdayken.Kıskanmazdım.
Korkmazdım yollarda yürümekten. Islanmazdım yağmurlarda... Yıldızlara
aya dert yanmaz, böyle her şarkıda sarhoş olmazdım.
Korkmazdım seni kaybetmekten ayaklarım kan revan atlardım sandaldan
denize... Ve her kulaçta haykırırdım seni..
Ama sen hiç benimle olmadın ki...
YA AKLIN BAŞKA YERLERDEYDİ YA YÜREĞİN...